Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Maraş şapka isyanında asılanlara “hırsızlıktan asıldılar” iftirası

Maraş şapka isyanında asılanlara “hırsızlıktan asıldılar” iftirası

Târihî hakikatleri çarpıtmak, Atatürkçü Cumhuriyetten yana tevil etmek ve kafaları karıştırmak bazı akademisyenlerin vazifeleri arasındadır. Milleti karşısına alarak ilân ettirilen lâ-dinî Cumhuriyetin ideolojisini yaymak ve benimsetmekle vazifeli olanların en çok üniversite mensupları arasında zuhur ettiği detaylı bir mevzudur.

BİR PROFESÖRÜN HEZEYANI

Sütçü İmam Üniversitesi’nde profesör olan Ahmet Eyicil, “1925 yılında Kahramanmaraş’ta idam edilenlerin şapka kanununa muhalefetten değil hırsızlık suçundan idam edildi” diyerek hezeyan kusmuş:

 

“…şapka giyilmesine muhalefet eden insanların cezalandırılmadığını ve bunların geçmişte daha farklı suçlarla özellikle hırsızlıktan aranan insanlar olduğu ortaya çıkıyor. Daha sonra o insanların ‘Neden şapka giymediniz?’ sorusu karşısında ’Biz bulamadık. Bulsaydık giyerdik’ şeklinde kendilerini savunduğunu ve o dönemdeki hâkim ve savcıların da zanlıların bu ifadelerinin doğru olduğunu görmüşler. Sonuç itibariyle karara varmışlar.(…) Mahkum olanlar arasında Ulu Câmi müezzini Hafız Mehmet, ikincisi İnşallah Maşallah Ali, üçüncüsü Pekmezci Hacı Hüseyin, dördüncüsü Kuytu Muhtarı Hafız Mehmet, beşincisi Molla İbrahim, altıncısı Bayraktar Hamdi, yedincisi ise Nalbant Ahmet. Hatta o gece zanlıların tutulduğu hücrenin kapısı açık bırakılmıştır. İnfaz memuru da çıkmaları için kapıyı göstermiştir. Ama bunların üçü içeride kalmış, dördü oradan uzaklaşmıştır. Kimse de bunları aramamıştır. Aradan bir müddet sonra zaten af çıkmış ve bunlar da tekrar normal hayatlarına devam etmişlerdir. İçeride kalan 3 kişi infaz memuru tarafından eline verilen talimat gereğince idam edilmiştir. Ancak bu idam edilenler de şapka giymediklerinden dolayı değil, hırsızlıktan dolayı. Bu tarihte hırsızlık ve buna benzer suçların cezası idamdır. Bundan dolayı idam edilmişlerdir. Kitapta bunlar belgeleri ve ekleri ile birlikte ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Yani gönül isterdi ki bu üç kişi de asılmasaydı ama o günün şartlarına göre bunu değerlendirmek lazım. Kaderden kaçış olmaz, belki de onların kaderinde bu vardı. Yani şapka giymedi diye insanların bu şekilde cezalandırıldığını söylemek doğru olmaz diye düşünüyorum. O günün şartlarını iyi anlamak lazım. Uzun yıllar Maraş’ta böyle destansı bir şekilde, ilavelerle anlatılan olayların, bu araştırmam sonucunda böyle olmadığını ortaya koyduk. (…) Böylece Maraş’ın geçmişinde karanlık gibi gözüken bu durum da aydınlanmış oldu. Yani bu asılanların hepsi de bizim tabirimizle âdi suçlardan asılmıştır. Böylece Maraş’taki bu hadise de kapanmıştır.”

 

Prof. Ahmet Eyicil, basında çıkan beyanatındaki hezeyan kokan ifadelerini “Yakın Çağda Kahramanmaraş” adlı kitabında (s. 371) geniş bir şekilde kullanmış. Şapka hâdisesini devrin Cumhuriyet Hükümeti’nin bakışıyla değerlendirmiş, şapka direnişine katılan Maraşlıları “garip, fakir kesimden başıboş ve çapulcu topluluk” şeklinde ifade etmiş. Metnin altına koyduğu “1163 Akşam gazetesi, 21 Aralık 1925” numaralı dipnottaki ifadeler Maraşlıları laikçi Cumhuriyet ideolojisine uygun davranan, şapka isyanına bilmeden katılan ve şapka isyanını çıkartanların “fakir, garip ve çapulcu olduğunu” ima ettiği içindir ki bu dipnotu güya Maraşlıları temyiz etmek için koyduğu anlaşılıyor:

 

“Ateşkes döneminde Anadolu’nun içerisine kadar giren Fransız ve İngilizler’den destek alan Yunanlılar Türk milletine fes yerine serpuş giydirmeye zorladılar. Türk halkının millî kıyafeti olarak başında taşıdığı kırmızı fes yerine serpuş giydirilmeye çalışıldı. Kahramanmaraş halkı ondan daha medenî olan şapka giymeyi kabul etti. Ancak gelişmelerden haberi olmayan millî gururunu, millî haysiyet ve şerefini hiçbir şeye feda etmeyen Kahramanmaraş’ın zavallı halkında garib ve fakir kesimden çok az sayıda insan şapka giyilmesi aleyhine doğmadan ölen yürüyüşe katıldı. Fakat bu harekette esas elebaşılar geleceği göremeyen, hakikatleri anlamak istemeyen çok az sayıdaki serseri ve çapulcu takımıydı. Kahramanmaraş’ta meydana gelen olaylarda, bu başıboş çapulcu topluluk hep teşvik ve tahrik edici rol oynamıştır. Ancak tarihin her devrinde Millî Mücadelede ve Kahramanmaraş Kurtuluş savaşında ön saflarda bulunan, müslüman Türk’ün yiğitliğini ve cesaretini Fransızlara tasdik ettiren Kahramanmaraş’ın asil Türk halkı devletine karşı asla gericilik hareketine katılmaz. (...) Türkmen havuzu olan Kahramanmaraş’ta yaşayan Türkler her zaman devletinin yanında yer almayı mukaddes bir görev bildiler.”

                                                                                                                                İNCİTİCİ VE YANLIŞ İFADELER                                                                                                                                                                  

 

Anlaşıldığı üzere metinde Cumhuriyet ideolojisine uygun incitici ve yanlış ifadeler var. Şapka direnişini gözden düşürmek için kullanılan “Kahramanmaraş’ın zavallı halkında garib ve fakir kesimden çok az sayıda insan yürüyüşe katıldı. (...) Esas elebaşıları geleceği göremeyen, hakikatleri anlamak istemeyen başıboş, serseri ve çapulcu takımıydı” ifadeleri resmî görüş çizgisine uygun ifadelerdir. Oysa şapka meselesine karışan ve müdahil olanların “fakir, başıboş, serseri takımı” ndan olmadığı ve şehr-i Maraş’ın âlim, eşraf ve hatırı sayılır esnafından oldukları gayet açıktır.

 “Fezlekenin içinde Emniyet Genel Müdürlüğünün görüşünün yanı sıra son sayfasına Cinayet Genel Savcısının görüşleri ilâve edildi. Cinayet Genel Savcısı görüşlerinde ‘(...) İsyanın elebaşısı Hafız Mehmet Efendi’yi Kadı Ziya Efendi ve Kadızadelerin teşvik ve tahrik ettiğini açıkça yazdı. Ayrıca; Hacı İsmail, Durdu Fakı, İnşallah Maşallah Ali, Kadızade Ziya, Hasip, Hocazade Ömer ve Ahmet Efendilerin kendi aralarında şapka meselesini halletmeye karar verdiklerini daha sonra bu karardan dönmediklerini, Bişkinzade Osman Efendi gibi insanların yukarıdaki karar gereği şapka giymemekte cesaret bularak direndiklerini...” (a.g.e., s. 374)

 

Târihe en ağır zulüm numunesi olarak geçecek olan şapka hâdisesinin adı geçen profesörün anlattığı gibi olmadığı meselesine geçmeden önce Maraş’ın şapka kurbanlarına hakaret üstü hakaret eden problemli ifadelerini kayda geçelim:

 

Birinci problemli ifade: “Böylece Maraş’ın karanlık gibi gözüken bu durumu da aydınlanmış oldu.” Vatan-ı İslâmiye üzere İstiklal Harbi’nin ilk kıvılcımı olan Maraşlı İslâmlar, yâni Maraşlı Türklerin şapka inkılâbına direnişi “karanlık bir durumdu” da sonra aydınlanmış mı oldu? Lâ-dinî Atatürkçü Cumhuriyetin ideolojisiyle “aydınlığa” kavuştu öyle mi?

 

İkinci problemli ifade: “Böylece Maraş’taki bu hâdise de kapanmıştır.” Yakın târihin kirli ve kanlı fiillerini örtmek isteyen Atatürkçü Cumhuriyet yandaşlığıyla “bu hâdiseler kapanmış” olarak göstermeye çalışmak ideolojik bir tavırdır. Ne var ki bu hâdiseler Maraşlı’nın vicdanında ve yüreğinde kapanmamıştır. Elbet bir gün İstiklâl Mahkemeleri’nin birçok kararı ve hukuksuz icraatı, Atatürkçü ideoloji gibi târihin çöplüğüne atılacak ve telin edilecek.

 

Üçüncü problemli ifade: “Gönül isterdi ki bu üç kişi de asılmasaydı ama o günün şartlarına göre bunu değerlendirmek lazım. Kaderden kaçış olmaz, belki de onların kaderinde bu vardı. Yani şapka giymedi diye insanların bu şekilde cezalandırıldığını söylemek doğru olmaz diye düşünüyorum.”

 

Bu ifadeler baştanbaşa komik ve nâdanca ifadelerdir. Ne demek “o günün şartlarına göre değerlendirmek lâzım.” O günün şartları “vatan-ı İslâmiye” nin müdafaası şartları değil, kanlı lâ-dinî inkılâpların başladığı şartlardır? Vatan-ı İslâmiye için cihad ederken yakalanıp düşman tarafından idam edilselerdi, mesele iman ve kaderle karşılanırdı. Fakat “onların kaderin de var” ifadesi bu bağlamda o kadar pespâyelik taşıyor ki Cumhuriyetin kanlı cellatlarını meşrûlaştırıyor.

 

“Şapka giymedi diye cezalandırıldığını söylemek doğru olmaz” ifadesi de aşağıda takdim edeceğimiz kaynaklara göre abes bir ifadedir. Ayrıca, “Maraş’ta uzun yıllar destansı bir şekilde anlatılan olayların…” ifadesi de Maraş müdafaasına katılan şapka kurbanlarının mânevî şahsiyetlerine hürmetsizliktir. Şapka hâdisesi Maraş’ın destansı bir direnişidir ve nesiller boyu Maraş târihinin şeref levhası olarak yâd edilecektir.

 

Dördüncü problemli ifade: “Zanlıların tutulduğu hücrenin kapısı açık bırakılmıştır. İnfaz memuru da çıkmaları için kapıyı göstermiştir. Ama bunların üçü içeride kalmış, dördü oradan uzaklaşmıştır. Kimse de bunları aramamıştır.”               

 

KILIÇ ALİ, HAPİSHANE TEFTİŞİNDE MARAŞLI ŞAPKA MAZNUNLARINI ZİYARET EDİYOR

 

Aşağıda zikrettiğimiz kitaplarda Maraşlı şapka mahkûmlarına böyle ayrıcalıklı bir uygulama yapıldığına dair bir açıklama yok. Kılıç Ali’nin Maraşlı Halk Fırkası taraftarlarını, eşrafını ve bürokratını (bunlar arasında şapkaya isyanına yardım etmek ve tedbir almamaktan dolayı bir hayli tutuklu vardır) yeni rejime sempatik göstermek için hapishâne görevlilerine yaptırdığı bir taktiktir. “Maraşlılara iyi davranın dostumdur…” şeklinde ifadeleri var, fakat hücre kapılarının açık bırakılması ve sanıkların elini kolunu sallayarak uzaklaşması bütünüyle yalan ve propagandadır.

 

“Din ve Devlet İlişkileri-1” (Hasan Hüseyin Ceylan, s. 327 ve 330 arası) adlı kitapta yer alan, şapka kurbanı İskilipli Âtıf Hoca’yla dostluğundan ve onun “Şapka Risalesi” ni satın alıp dağıtmaktan tutuklanan Mevlevî Tahir Olgun’un hâtıralarında Maraşlı şapka maznunlarıyla ilgili kısımdan şu birkaç satır, şapka kurbanlarının “hırsızlıktan” değil, “şapkaya muhalefetten” yargılandığını gösteriyor:

 

“Kılıç Ali Bey’in gelmesi, bir teftişten ziyade bir ziyaret mahiyetinde olacağını biz evvelden biliyorduk. Çünkü, Maraş’ta bulunduğu sırada buradaki eşrafın hepsiyle tanışmış, gayet samimî ve teklifsiz görüşmüş olduğunu, kendilerini görmek için münasip bir zaman aradığına dair haber yollamış olduğunu işitmiştik. Ziyaretten sonra Kılıç Ali Bey Jandarma Kumandanına ‘Maraşlılara kelepçe takmayın’ emrini verdi. ‘Kaçmayacaklarına ben kefilim, taahhüdünü de ilâve etti.”

 

Cumhuriyet devrimlerinin en kanlı kararlarını veren İstiklâl Mahkemesi reislerinden Kemalizm’in bir numaralı adamı Kılıç Ali, tutuklu Maraşlı eşraf ve diğer sanıklara “şapkaya karşı olmadığınızı, şapka bulamadığınızı ve şapka giyeceğinizi beyan edin...” yollu nasihatler eder. 

 

Kaynaklara göre ilk dönem İstiklâl Mahkemeleri’nde 20 Ekim 1920’den 17 Şubat 1922’e kadar Adana bölgesinde (Maraş bu bölgeye dahil) 14.071 kişi yargılanmış, 1045 kişi idama mahkum edilmiş ve çeşitli cezalara çarptırılmış olup, aralarında Maraş’tan siyasî ve âdi vaka suçlusu yoktur. Ayrıca 1922’den 1923 Mayıs ayına kadar 13.489 kişi yargılanmış, 641 kişi idama mahkum edilmiş ve çeşitli cezalara çarptırılmış olup, aralarında Maraş’tan yargılanan olmamıştır.

 

“GAYESİ DEVRİMİN GÜCÜNÜ GÖSTERMEK” OLAN İSTİKLÂL MAHKEMELERİ KARARLARI “MAKUL” OLABİLİR Mİ?

 

Kanlı İstiklâl Mahkemeleri’nin cadı avına çıktığı bu dönem nasıl makul şartlar olabilir? La-dinî inkılâplara muhalefet edenlere karşı kurulan ikinci dönem (1925 ve sonrası) İstiklâl Mahkemeleri’ni kastettiğimizi belirtelim. Bu mahkemelerin ilk döneminde, yâni Millî Mücadele sırasında asker kaçaklarını, düşmanla işbirliği yapanları ve gaspçıları idam edilmesi şartların icabıdır.

 

Resmî ideolojinin, yâni devletin lise tarih kitaplarında “İrtica” avına çıkan İstiklâl Mahkemeleri övülerek anlatılır: “İstiklâl Mahkemeleri (…) adalet müesseseleridir. Bu mahkemelerin Cumhuriyet devrinde irtica ve ihanet hareketlerinin önüne geçmekte hayırlı faaliyetleri görülmüştür” (Mustafa Armağan’ın kitaplarına bakılabilir).

 

Lâ-dinî Cumhuriyet ideolojisi için “tehlike” addedilen şapka isyanını basit bir çapulculuk olarak göstermeye çalışmak, aynı zihniyeti paylaşmak demektir. Prof. Ergun Aybars, “İstiklâl Mahkemeleri, Cilt I” kitabında İstiklâl Mahkemeleri’nin varlığının ve çalışma tarzının “Devrime karşı koyanlara devrimin gücünü göstermek, gericileri susturmak olduğunu ve inkılâpları korumak gayesi” taşıdığını söylüyor.

 

“Falih Rıfkı Atay, “Çankaya” kitabında şapka idamlarını şöyle yorumluyor: “Ne kadar yazık ki, yeni rejimin otoritesi, İzmir ve Ankara… sehpaları üstünde tutundu. Bu kesin tasfiye, her türlü aleyhtarlığın ve gericiliğin bütün cesaretlerini kırdı. Mustafa Kemal'e başladığı inkılâbı tamamlamak fırsatını verdi.”

 

Azılı Kemalistlerden Mahmut Esat Bozkurt  “Atatürk İhtilâli” kitabında; “Şapka, medenî kanun v.s. bunlar ilân edilen yeni Türk rejiminin icaplarıdır. Şapka giymek ne demek? Bütün ilerlemelerin başında bu mu gelir? Bundan hiç şüphe edilmemelidir. (…) Şapka giymekle, ilerlemelere mâni' olan bu kara engel söküldü, yıkıldı, yerin dibine geçirildi. (…) Atatürk bir gün, bu husustaki fikrimi sormuşlardı. O sırada Musul işi, aleyhimize sonuçlandığı için, hayli sıkıntılı idi. Şu cevabı vermek cesaretinde bulundum: Şapka giymek, bu millet hesabına bir Musul fethinden üstündür! Atatürk hafifçe gülümsedi ve başını bir kaç defa eğerek beni taltif etti.”

 

ŞAPKA YÜZÜNDEN ASILANLAR MARAŞ’IN KAHRAMANLARIDIR                         

 

Suali tekrar soruyoruz: 1925 Şapka Kanununa direnerek idam edilen Maraşlıların,1920- 1923 arasında bu bölgenin İstiklâl Mahkemeleri dâvalarında adlarına rastlanmazken nasıl oluyor da 1925’de “hırsızlık suçundan dolayı” idam edilmiş oluyorlar. “Binlerce belge inceledim” demek indî ve muğlak bir ifadedir. “Mahkeme belgesi göstermeden “Hırsızlık suçundan asıldılar” demek büyük bir vebaldir.

 

Devrin bütün Maraşlı yaşlıları ile oğlu, kızı ve akrabalarının anlattığına göre Maşallah Ali’nin hırsızlıkla ilgili tek bir fiili yoktur. Asılan diğer kişilerinde hırsızlık suçuyla itham edildiğine dair mahkeme soruşturmasının olup olmadığını belgeleriyle göstermek gerekir. Hukuk tanımayan, karakuşî (keyfî, dayanıksız) hükümler veren İstiklâl Mahkemelerinin, şapkaya muhalefetten idam kararı verdiği birçok sanığın halk nezdinde itibarını düşürmek ve mahkemenin elini güçlendirmek için “hırsızlık ve vatan hainliği” gibi sahte gerekçeler uydurduğunu devrin en Kemalist yazarları bile söylemektedirler. “Hırsızlık suçunun cezası o devirde idamdır” ifadesi de doğru değildir.

 

Her şeyden önce inancı gereği “şapkaya muhalefetten” yargılanıp idam edilen insanlara “hırsızlık suçundan asıldılar” demenin iyi niyetle bir ilgisi olduğu söylenemez. Yersiz ve ideolojik bir tavırdır.

 

ŞAPKA HÂDİSESİNİN HÜLÂSASI 

 

Cumhuriyet rejimi tarafından “laik-modern ulus yaratma” projesinin bir unsuru olarak 25 Kasım 1925’te “Şapka iksası (giyilmesi) hakkındaki kanun” cebren yürürlüğe sokulmuş ve kanlı “şapka inkılâbı” başlatılmış. Birçok yerde olduğu gibi Maraş’ta da Müslüman ahali şapka inkılâbını protesto etmiş, Ulu Câmii’de toplanarak tepkisini göstermiş. Prof. Dr. Mete Tunçay’ın “Tek Parti Yönetiminin Kurulması” ( s. 153-154) ve Hasan Hüseyin Ceylan’ın “Din ve Devlet İlişkileri-2” kitaplarının (s.50-51-53)  hâdiseyi nakledişi birkaç ayrıntı hariç aynıdır:

 

“Ankara İstiklâl Mahkemesinde 14 Ocakta Maraş hâdisesi sanıklarının duruşması başladı. Suçlulardan Maraş Câmi-i Kebir’i müezzini Hafız Mehmet ve hademelerden Abdullah ve halktan Ali, Hacı Hüseyin, Ahmet Remzi, Çolak Ali yargılandılar. Hademe Abdullah, sabah camiye geldiğinde kapının önünde bir yazı bulunduğunu, önceden kendisine müezzin ve imamın tenbihine uyarak namazın sonunda cemaat haberdar ederek, yazının kime ait ise alması gerektiğini söylediğini, ancak yazının mahiyetini bilmediğini açıkladı. Diğer suçlular, camiye namaz kılmaya geldiklerini, hükümete saygı duyduklarını söylediler. Maraş’ta alınan ifadeleriyle mahkemedeki ifadeleri birbirini tutmadığından durum kendilerine hatırlatıldı. Sanıkların içinde 31 Mart hâdisesine karışmış olanların bulunması da dikkatten kaçmıyordu. 16 Ocaktaki duruşmada sanıklar, şapkaları iyi olmadığı için terzilere geri verdiklerini, hükümete karşı gelmediklerini tekrarladılar. Karara varan mahkeme, halkı şapka bahanesiyle ayaklanmaya kışkırtan, hapishaneyi boşaltma girişiminde bulunan ve suçu sabit olan ayaklanma suçlularından Maraş Câmi-i Kebir’i müezzini Hafız Mehmet, İnşallah-Maşallah lakaplı Ali, Pekmezci Hacı Hüseyin’in vicahen idamlarına, ve suçu sabit olan Molla İbrahim, Muhtar ve Bayraktar Hamdi birinci derecede suçlu oldukları için gıyaben idamlarına; İsmail oğlu Mahmut, müezzin Battal Mehmet ve daha onbir kişi onbeşer sene hapse, eski Maraş mebusu Hasip Bey on sene, diğer bir başka sanık da üç sene hapse mahkûm edilmişlerdir.”                                                                                                  

 

“HÜKÜMETİMİZDEN İSTİRHAM EDERİZ, ŞAPKANIN SONU İYİ GETİRMEZ”

 

Devrin Maraş halkı 27 Kasım 1925 Cuma günü Ulu Câmii’de dinine ve örfüne bağlı bir niyetle “Hükümetimiz ve askerî memurlarımızdan fazlaca istirham ederiz, şapkanın sonu iyi getirmez, bu hususu bildirsinler” diyerek toplanan dindar insanlardı.

 

“BENİM ADIM MAŞALLAH, ŞAPKA GİYMEM İNŞALLAH”

 

Vesikalar ve şahitlerin ifadesiyle sabittir ki idam edilenlerden Maşallah Ali Efendi’nin şerefli direnişi göz yaşartıcı hususiyete sahip. Son kez şapka giyip giymeyeceği sorulur. Şahadet getirdikten sonra, “Benim adım Maşallah! Şapka giymem inşallah!” der. Asıldığı darağacı üç kez kırılır, her defasında tekrar kurulur. (Tahirü’l Mevlevi’nin (Olgun) “Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklal Mahkemeleri” kitabına bakılabilir)                                                        

 

Maraşlı şapka kurbanlarının şerefli direnişi ve idam gerekçelerini “hırsızlık suçundan idam edildiler” diyerek âdi bir şekilde yaftalayan Eyicil’e sormak gerek. Prof. Dr. Mete Tunçay “Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931”adlı kitabında, Prof. Dr. Ergun Aybars “İstiklâl Mahkemeleri” kitabında, Mahmut Goloğlu “Devrimler ve Tepkiler 1924–1930” kitabında, Sadık Albayrak “Devrimler ve Gerici Tepkiler” kitabında ve tarihçi Mustafa Armağan’ın birçok kitabında Maraş ve diğer yerlerde şapkaya direnenlerin “şapka kanununa muhalefet etmekten dolayı” idam edildiklerini yazıyor. Tuhaftır ki sadece kendisi indî bakışla ve belgesiz olarak “hırsızlık suçundan asılmışlardır…” diyebiliyor? “Belgeleri incelediğini” belirtiyor ama idam gerekçelerine dair mahkeme belgelerinin kayıt ve örneklerini kitabında göstermemiş.                                                                                                             

 

Milletin görüşünü almadan cebir yoluyla “şapka inkılâbını” dayatan Kemalist Cumhuriyet devleti şapkaya karşı yapılan haklı isyanı “irtica” hareketi olarak yaftalamış, “Her erkek vatandaşın başında şapka olmasını emreden kanuna” karşı çıkanları “devlete isyan” suçuyla yargılamış.

 

1950’den önce despot cumhuriyet idarecileri tarafından Ankara’nın bâzı semtlerine şapkayla girmeleri yasaklanan, “kasketliler ve fasafiso kalabalıklar” olarak aşağılanan mazlum millete yapılan böyle bir zulüm ve sosyal çatışma hangi ülkede görülmüştür? Tek Parti Dönemi’nden sonra “köylü işi” bir kisve olarak gözden düştüğünü, kanlı şekilde uygulamaya konulan şapka kanununa bir süre sonra kendilerinin de uymadığını anlatmak bu yazının konusu değildir.

 

Zorba Cumhuriyetin İstiklâl Mahkemeleri, inançlı Maraşlıların “niçin böyle yapıyorsunuz?” sorusunu dinlememiş ve şikayetini duyurma hakkını “isyan” olarak görmüştür. Bu uygulama hangi sosyal kanunlara sığar? Maraşlı’nın direnişi asırlardır sürüp gelen devletin varlığına değildi. Şapka direnişi bir irticaî hadise değil, millet anânelerine uymayan bir “inkılâbın” zorba metoduna karşı tepkilerini ortaya koymaktı.

 

Şapka hâdisesindeki sözde “suç” sayılan fiille verilen “ceza” arasında doğru bir yargı uygulamasının bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü, milletin asırlardır bağlı olduğu İslâmî hukuka göre şapka hâdisesindeki direniş suç ve cezayı gerektirecek müeyyideler arasında değildir. Maraşlılar bunu böyle anladığı içindir ki izzetine ve Müslüman varlığına zül kabul ettiği Frenk âdeti şapkaya karşı direnişinin “suç” sayılabileceğini düşünmeden tepkisini ortaya koymayı bir hak olarak görmüştür.

 

ŞAPKA DİRENİŞİ “İRTİCA” DEĞİLDİR                                                                   

 

Bu hâdisede suç kabul edilen fiil irtica olmadığı gibi isyan da değildir. Hükümetin milletin inanç yapısını bilmiyormuş gibi hareket etmesi, hukuktan yana olmadığını gösterir. Ankara rejimi şapka kanununun, asırlardır yaşaya gelinen inanç ve geleneklere ters olduğunu hesaba katsaydı veya “kişiler giyip giymemekte serbesttir” diyebilseydi bu kanlı idamlar ve tutuklamalar olmazdı.

 

Mesele şapka üstünden bir inanç meselesidir ki bu inanca, yâni İslâmî olan değerlere lâ-dinî Cumhuriyetçiler kanlı şekilde “devrim” yapmışlardır.

Bir toplumun davranışını adaletli yargılamak için o topluma asırlar içinde medeniyetleştirdiği inanç normlarından bakmak gerek. Bu eksikliğindendir ki Cumhuriyet rejimi kendi halkına zulümkâr olmuştur.  Medeniyet, doğrudan İslâm’ın kendisi demek olduğuna göre, inancının gereğini yerine getiren Maraşlıların şapka direnişi niçin “irtica” ve “suç” olsun?

 

Müslüman milletin teamüllerine göre şapka hâdisesinde taraflardan kimin irticacı olduğu da tartışılır. Mânası çarpıtılarak yanlış kullanılan “irtica” kavramı, İslâmiyetten uzaklaşıp câhiliye devrine geri dönme, geriye yönelme, mevcut olan bir normu ve kuralı kabul etmemek anlamına gelir. Şapkaya karşı çıkmak, millet teamüllerine göre geriye gitmenin gerekçesi olabilir mi?  

 

EYİCİL’İN KEM SÖZLERİ MARAŞ TÂRİHİNE KARA LEKE OLARAK GEÇECEKTİR

 

Maraşlı şapka kurbanlarına “hırsızlık suçundan asıldılar” diyen Eyicil’in kem sözlerinin hiçbir ilmî ve târihî değeri olmadığı gibi Maraşlı’nın yüreğini incitmiştir. Maraşlılar onun kötü sözlerini yüzüne çarpacak ve gönlünde daima Necip Fâzıl’ın yazdıklarını taşıyacaktır:

 

“Maraş'ta bir ihtiyar Maraşlının bana çizdiği şu tablo her şeyi göstermeye yeter:- Hepsi de ‘Hamdolsun şapka giymeden ölüyoruz!’ diye boyunlarını ilmiğe uzattılar. Şafak sökerken dikkat ettim, çıkan rüzgardan, hepsinin de sakalı aynı istikamette uçuşuyordu. Aynı istikamette uçuşan sakallar değil, ruhlar... Kıydıkları da işte bu ruh... Maraş’ta, ilgi çekiciliği, çarpıcılığı ve vicdan yakıcılığı bakımından ayrıca gösterilmeye değer levhalar vardır: Şapkaya karşı malum yerlerdeki direnişlere benzer karşı duruşlardan sonra tam 63 kişi tevkif ediliyor. Bunlar, boyunlarına zincir takılarak birbirlerine bağlanıyor ve Adana’ya götürülüyor. Aralarından biri itilip kakılınca hepsinin birden boynunda aynı cendere acısı... Adana’da tutukluları öyle bir yere tıkıyorlar ki - bir Maraş’lının tabiriyle - köpekler bile barınamaz. Pislik, kazurat ve teffurun yuvası bir yer... Maraşlılar millî müdafaaları zamanında memleketlerine geldiği vakit kendisine yapmadık ikram bırakmadıkları Kılıç Ali'ye başvurup şöyle diyorlar: - Biz memleketin belli başlı insanları olarak sizi Maraş'a geldiğiniz zaman başımıza tacettik. Şimdi bizi bu pislik kuyusuna atmayı nasıl reva görüyorsunuz? Cevap geliyor: - Sizi yakında kurtaracağım! Sabırlı olunuz! ‘Yakında ipte sallandırılıp kurtulacaksınız!’ mânasına, sinsilik ve alçaklıkta son haddi tutan bir cevap... Maşallah Ali Efendi (lakabı Maşallah - daima inşallah ve maşallah diye konuşurmuş), Abdulkadir ve Pekmezci Hacı Hüseyin idamlık... Bunlara hükümden önce soruyorlar: - Son ihtar! şapka giyecek misiniz, giymeyecek misiniz? Cevap, üçlü bir koro halindedir: - Giymeyeceğiz! Üçü de sıcak bir yaz günü buzlu bir şerbet içercesine şehitlik şerbetini zevkle, saadetle içiyor. Maşallah Ali Efendi'nin sehpada, boynunda ilmik, muazzam sözü: - Benim adım Maşallah, şapka giymem inşallah... Eşhedü en laa ilahe ... Şapka kurbanları, mazlumluk ve şehitliğin en üst mertebesindedir...” (Son Devrin Din Mazlumları).
                                                                                                         

Hülâsa-ı kelâm, yüzlerce âlim ve kanaat önderini idam ve sürgün eden İstiklâl Mahkemeleri’nin kurbanları için Meclis’ten iade-i itibar kararı çıkmalı ve devlet bunların mânevî şahsiyetlerinden özür dilemelidir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.