Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Mehmet Âkif’in cenazesinde Cumhuriyetin “önder”leri yoktu

Mehmet Âkif’in cenazesinde Altı Ok Cumhuriyetinin kara yüzlü yandaşları ve İstiklâl Savaşı’nda ona irşad vazifesi verip sonra aldatan Kemalistler yoktu. Ne gam! Tabutuna ay yıldızlı bayrağı sardırmayan Atatürkçü resmî zevatın kara vicdanlarına karşı, “Hakk’a tapan millet” mensupları ve “Asım’ın Nesli” vardı.

Midhat Cemal Kuntay’ın, Âkif’in hüzünlü cenazesinde yaşadıkları hem hüzünlü, hem de onun Hakka tapan millet dediği insanlar için gurur verici anlardır.

Cenaze, Beyazıt’tan kalkacaktır. Midhat Cemal tesadüfen oraya gidiyor. Etrafta kimseler yok. Çok sonra birkaç kişi görünür ve biraz sonra çıplak bir tabut gelir. Bir “fıkara” cenazesi zanneder. O civardaki Emin Efendi Lokantasının sahibi elinde bir bayrakla cenazeye koşup gelir. Nasıl olduğunu anlamadan birden yüzlerce genç peyda olur. Üniversitenin büyük sancağını çıplak tabuta sararlar. Âkif’in cenazesi olduğunu anlar ve içine acı bir ateş düşer elleriyle yüzünü kapatır. (M. Âkif, Hayatı, Seciyesi Sanatı)

ÂKİF’İN TABUTU KÜLLÜK’ÜN ÖNÜNE GETİRİLİR

Âkif hayranlığı genç bir hoca iken başlayan Prof. Ali Nihat Tarlan’ın, lâ-dîni Cumhuriyetin şefleri ve yandaşlarının bilerek katılmadığı cenazede bulunuşu bir hayli hüzünlüdür.

Divanyolu'nda kahvede otururken birkaç Tıbbiyeli arkadaşı koşarak yanına gelirler. “Hocam” derler, “Âkif’in cenazesini Küllük'e getirmişler, bir araba içinde bırakmışlar, ne yapalım?” Beyazıt Câmii’nden cenaze örtüsü, üniversiteden de bir bayrak alın ve hizmetinde bulunalım, diyerek hızlıca cenazenin olduğu yere giderler. Bir saat yakın zamanda cenaze hazırlanıp omuzlara alınır. Beyazıt m Meydanı onu sevenlerle doludur. Kış kıyamette, hocaları tarafından yol kenarında dizilen küçük yavrular, ilkokul öğrencileri göz yaşartacak bir manzara teşkil eder. Üniversite talebeleri cenazenin hemen arkasındadır. Kiminin üzerinde pardösü bile yoktur.

Onun en yakın dostu Eşref Edip’in anlattıkları, Âkif’e “mürteci” diyen (Ne mutlu Âkif gibi mürteci olmak) Atatürkçü rejimin zihniyetini daha iyi idrak etmemize vesile oluyor. Câmide örtüsüz, yalnız tahtadan ibaret bir tabut. Talebeler hüngür hüngür ağlıyorlar. Çıplak bir tahta ile tabut, musalla taşında al sancaklarla, Kâbe örtüleriyle örtülüyor ve Âkif’in cenazesi İstiklâl Marşı ile götürülüyor. (İsmail Hakkı Şengüler, Mehmet Âkif Külliyatı)

Âkif’in vefatında tıp öğrencisi olan Dr. Macit Bumin’in yazdıklarından da Cumhuriyet zevatının cenazeye ideolojik olarak katılmadığı anlaşılıyor:

“Vakit erkendi. Kütüphanenin açılma saatini, tam karşısında bulunan ve Küllük denilen kahvelerin birinde oturarak bekliyorduk. Sulu kar yağıyordu. Tam bu sırada caddeden tek atlı bir araba geçiyordu. Arabacının yanında fesli bir genç oturuyordu. Yükü, örtüsüz bir tabut olan araba, câmi kapısına yöneldi. Sorduk: ‘Bu tabut kime ait?’ ‘Mehmet Akif Bey’e aittir.’ (…) Bir câmi avlusu ve bir tabut. İçinde İstiklal Marşı’mızın şairi Mehmet Akif Ersoy. Devlet erkânı yok…” (Türk Edebiyatı, mart1983)

M. KEMAL’DEN “ÂKİF’İN CENAZESİNE KATILMAYIN” TÂLİMATI Zorba Tek Parti (CHP) iktidarının İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, İstanbul Valiliğine gönderdiği tâlimatla Âkif’in cenazesine sahip çıkılmamasını ve tüm resmi zevatın cenazeden uzak durmasını istiyor.

Brüksel’de elçiyken içki sonrası bir kadına sarkıntılık ettiği için diplomat kartı yırtılan ve dayak yiyen, 1914-1922 yılları arasında Meclis-i Ayan üyeliği yapıp, İstanbul’dan dışarı çıkmayan, yâni Millî Mücadele’ye katılmayan agnostik şair Abdülhak Hâmid’e Cumhuriyet’in ilânından sonra emekli aylığı bağlattırarak, öldüğünde devlet töreniyle defnettiren M. Kemal, Millî Mücadele’ye katılan Âkif’in cenazesine sahip çıkmadığı gibi, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya yayınlattırdığı resmî tâlimatla “Mehmet Akif’in cenazesinden uzak durulmasını…” emretmiştir.

“ÂKİF’E DÜŞMANLIK MİLLETE DÜŞMANLIKTIR”

“Âkif’e düşmanlığın millete düşmanlık” olduğunu ifade eden D. Mehmet Doğan “Câmideki Şair Mehmed Âkif” kitabında, Cumhuriyet despotlarının, Âkif’in cenazesine katılmayı yasaklamalarındaki sebebin, İstiklâl Marşı’nın uyandırdığı fikirler ve Türkiye’yi terk edişindeki tavrı olduğunu ve cenazesine ilgisiz kalmadığını, aksine, Türkiye’nin tek üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi rektörlüğüne tâlimat göndererek cenazeye katılmayı yasakladıklarını, bu ters ilgiye rağmen, üniversite gençliğinin cenazeden haberdar olduğunu, millî şaire sahip çıktığını, onu eller üstünde kabrine kadar götürdüğünü, Cumhuriyet tarihinde ilk müstakil ve kişilikli gençlik hareketinin böylece ortaya çıktığını, söylüyor. (a.g. e., s.264)

Âkif’in cenaze törenine hukuk fakültesi öğrencisi iken katılan Prof. Dr. Sulhi Dönmezer’in anlattıklarını millî öfkemize hâkim olmadan dinleyebilecek miyiz?

Anlattığına göre, ülkede tek partinin otoriter düzeni hâkimdir. Kimse idare ile çelişkiye düşmek istemediği için basında Âkif’in yurda dönüşü ve hastalığının seyri hakkında pek fazla haber yayınlanmıyor. Bir cenaze otomobilinden iki kişi üzerine örtü konmamış bir tabutu indiriyor. Yoksul birinin cenazesinin getirildiğini düşünerek bir kısım arkadaşları yardım ediyorlar. Fakat tabutun Âkif’e ait olduğu anlaşılınca gençler ağlamaya ve merhumun bir kısım arkadaşları da gelmeye başlıyor. Gelenler arasında ne Vali, ne Belediye Reisi ve ne de Tek Parti’nin zimamdarlarından (idarecilerinden) hiç kimse ortalarda yok. Cenaze gençlerin sorumluluğunda kaldırılıyor. Saygı ve vakar içinde, hiçbir tahrike kapılmaksızın cenazeyi omuzlarında Edirnekapı Mezarlığı’nın Şehitlik karşısında bulunan kısmına taşıyorlar. Dîni merasim yapılmadan önce hep bir ağızdan hançerelerini patlatırcasına İstiklâl Marşı’nı söylüyorlar. (Mehmet Akif Ersoy, M. Ertuğrul Düzdağ) CENAZESİNE KATILAN TALEBELER SORUŞTURMA GEÇİRİYOR

Bir başka zulüm örneği de Âkif’in mezarında konuşma yapan gençlerden Prof. Dr. Abdülkadir Karahan’ın Yüksek Öğretmen Okulu’ndan Emniyet Müdürlüğü’ne getirilerek sorgulanmasıdır. “Ne sıfatla, resmî makamların törene gerek görmediği bir şairin kabri başında konuşma yaptığı” sorulur. Cevabı şöyledir:

“Ben herhangi bir şairin değil, Türk bayrağı göndere çekilirken yazdığı İstiklal Marşı ile göklere seslenen bir zâtın kabri başında milletimin duygusunu, saygısını dile getirdim.” (İlkadım Dergisi, sayı: 270, Ocak 2011)

İlkadım Dergisi’nin aynı sayısında 16 Aralık 1971 tarihli “Babıâlî’de Sabah” gazetesinde Dr. Neşet Adnan Zentürk’e ait yazıdan ibretle okunacak bir haber daha verilir:

“Atatürk cenazeye katılmamış, katılan gençleri de kınamıştır. Cenazenin kaldırılmasına üniversite gençliğinin öncülük etmesi M. Kemal’i öfkelendirmişti. Cenazeden sonra İstanbul’a geldiği bir gün Pera Palas’ta Yüksek Ticaret Okulu’nun yıllık balosunda kendisine gösteri yapan ‘yaşa Gâzi’ diye tezahürat yapan gençlere, ‘Ben size devrimlerimi emanet ettim. Siz ise benim devrimlerime karşı olan Mehmet Âkif’in cenazesini büyük törenle kaldırdınız’ diye sitemde bulunur ve ağır konuşur.”

VEFATINDAN SONRA DA KEMALİST ALEYHTARLIK SÜRÜYOR

Kemalist devlet, vefat ettiği yıllar dâhil, Âkif’i İlk Meclis’ten sonra yok saymış, dostlarını (Eşref Edip ve Tahir’ül Mevlevi…) mahkûm etmiştir. Devrin Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 1940’lı yıllarda hazırlanan Kemalist ve oryantalist bakışa sahip İslâm Ansiklopedisi’nde, İstanbul’da bohem hayatı yaşayıp Millî Mücadele’ye katılmayan şair ve edebiyatçılara yer verilirken, Âkif’e yer verilmediğini yakın tarih okuyanlar bilirler.

Hasan Âli Yücel, onun cenazesine katılmadığı gibi, Âkif’in vefatından sonra onu “büyük bir dalâlete düşmüş” olmakla itham etmiştir. Dahası var; devrin Kemalist basınında “geri sutlarda pusu kurmuş, inkılâba diş bilemiş” biri olarak suçlanıyor ve “bir sıfır” olarak değerlendiriliyor. (İstiklâl Marşı Şairimizin Son Günleri, Yrd. Doç. Dr. Fatih Bağcıoğlu)

CHP İKTİDARI ÂKİF’İ SEVMEYİ YASAKLIYOR

Yazar Fatih Bayhan, bir televizyon konuşmasında (28.12. 2012 tarihli gazeteler) “Atatürk’ü n, Mehmet Âkif’e vefasızlık yaptığını, cenazesinde devletin olmadığını, CHP'nin, millete onun cenazesine gitmeyi ve CHP'nin diktatör zihniyetinin Mehmet Âkif’i sevmeyi yasakladığını…” duygulu ifadelerle anlatmıştı.

Millî Mücadele yıllarında Amerikan mandasını savunarak, İstanbul'dan dışarı çıkmayan yazar ve şairleri himaye eden ve devlet töreniyle defneden Kemalist devlet, Nisan 1936'da ölen ve hiçbir millî (İslâmî) edebiyat ve düşünceye imza atmamış olan Sami Paşazâde Sezai'ye gösterdiği ilgiyi Âkif'ten esirgemiştir. Lâ-dîn Cumhuriyetin esirgemesine muhatap olmaması Âkif için bir şereftir.

Hâsılı- kelâm, “çok sevdiğini” söylediği Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) vefatı yaşında, yani altmış üç yaşında Hakk’a uçtu. Hasta iken öleceğini hissetmiş

olacak ki, “Çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağını / Bana çok görme İlâhi bîr avuç toprağını!..” mısralarını yazmıştı. Ondan geriye hüzün, yoksulluk, bir kat esvap, bir mavzer tüfeği ve istiklâl madalyası kaldı.

-----------------------------------------

KARDAN KONFORU BOZULANLAR…

Fikir Dükkânının has müdavimlerinden Türkçe muallimi Enver Çapar dostumuz, Türklerin Ülkesi ve arka bahçesi Halep’te süren zâlim savaş ve terörden şehid düşenlerin yakınlarının yanan yüreklerine ve karakıştan elleri üşüyen yoksulların, mültecilerin hallerine bigâne kalanların “kar da ne kadar yağdı, yolumuz kapandı, arabalarımız çalışmadı…” hezeyanına manzum bir sitemnâme, bir târiznâme yazmış…

Pek fikirli, dokunaklı ve mesajı olan bu şiiri, acı çekenlerle, mahrumiyet içinde kıvrananlarla kalbî rabıta kurmak ve kardan konforları bozulanlara sitemimizi duyurmak için yüksek sesle okuyalım:

“ÇOK MU YAĞDI KAR?”

“Şehit anasının bağrında kül olan kar / Sizi üşütmüş çok mu? /Ateş düşen evlerin kapısına yağan kar / Yollarınızı kapatmış çok mu?”

“Yoksulun yorganı, fakirin harmanı olan / Bekleyenin penceresine perde olan kar /Arabalarınızı kaplamış çok mu?”

“Uçsuz bir çöle düşen, bulutlarda kaybolan / Yorulup uykuya dalan garip çobanı / sessizce örten kar / Ekranları dondurmuş çok mu?”

“Rızık arayan nasırlı ellerde, kavrulan / Kararan kar / Yüzünüzü kızartmış çok mu?/ Kapısız ve bacasız, üç çocukla çaresiz / Mülteci bir çadıra komşu olan kar / Okulları kapatmış çok mu?”

“Ulu dağların beyaz sarığında parlayan / Güneşi dağa çeken boynu bükük kardelen / Fotoğrafınızdan daha güzel çıkmış iyi mi?”

“Yuvasını kaybeden, aradıkça kaybolan / Acıktıkça şükreden kara esir hayvanlar

Dile gelmişler çok mu?”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.