Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Muhsin Beğ’imizden hamiyet kaldı bize

Soğuk mart ayının sonlarıydı. Gökte ecel dolaşıyordu. Ölüm gelip konmuş karlı dağların yamaçlarına.

Bir sızı bir sızı alperenlerin yüreğinde. Bir hüzün bir hüzün alperenlerin dilinde:  Şol karlı dağlarda Muhsin Beğ’imiz kaldı / Kırmızı Gül kaldı, yüreklerimiz kaldı / Karlı dağ başında ölüm gelmiş beğ’imize / El vurup yâramızı inciten dağlardan haber gelmedi / Çıkalım dağlara dağlara! 

Gözü yaşlı düştüler dağlara. Yandılar kavruldular karlı dağların soğuğunda. Ateşe kesildiler, ateşlerinden dağlar korktu. Gözyaşları sel oldu, gözyaşlarından dağlar ürktü. Dillerinde dualar, dillerinde feryatlar: Ne yamandır şu karlı dağlar hiç aman vermiyor / Yıkılası dağlar, verin beğ’imizi!

Geceler gündüzlere, gündüzler gecelere hüzünle bağlandı. Alperenlerin feryadı göklere erişti. Dağlarda her yer hüzün, her yer Muhsin Beğ’di. Dağlar ses vermeyince yüreklerinde figan koptu: Muhsin Beğ’imizi bulmadınız mı askerler / dağları taşları aramadınız mı? / Yüreğiniz sızlamadı mı? / Onu kardaş bilmediniz mi? / Bu nasıl töredir böyle? 

Oturup bir ağıt yaktılar: O bizim beğ’imizdi / Alperenlerin direği idi / Dervişti dâva adamıydı / Milletimizin âvazıydı / Efendiydi yiğitti / Mürşid-i kâmillerin duasını almıştı / Karlı dağlar bizden ne istersin / Aç koynunu, Muhsin Beğ’imizi göster bize / Aman karlı dağlar aman / Dağlarda yiteni vermez misin sen? / Muhsin Beğ’imizin öldüğünü söylemez misin sen? / Bu dert bizi neyledi? / Yandı kavruldu yüreğimiz / Dağlar bizim neyimize / Ateş düştü ocağımıza / Bak alperenler yetim kaldı / Selâm söyleyin Muhsin Beğ’imize.

Alperenler sefer üstüne yaptılar dağlara, etten kemikten söküldüler. Yürekleri ateş topağına döndü. Dokunma karlı dağlar bize, dediler. Karlar düştükçe sızılıyor yaralarımız dediler ve yanık bir türkü tutturdular:

Yolumuz dağlara düştü / Hazin hazin ağlar alperenler / Ecel karları dane dane / Yağar Kırmızı Gül üstüne / Dostlar Muhsin Beğ’i buldular / Dağlarda döne döne  / Dağlar kar imiş / Muhsin Beğ’imiz üşümüş / Kar üstünde yatmış uyumuş / Kırmızı Gül beyazlara bürünmüş / Göz ucuna karlar toplanmış / Kar üstüne kan damlamış güzel başından oy oy!

Alperenlerin çerağı söndü. Çok ağladılar, çok dua ettiler. Allah verdi, Allah aldı dediler. Uluların cennetine konuk oldu dediler. Nağmeler dağları sardı: Uyan Kırmızı Gül uyan / Gayet zor geldi ölümün bize / Varıp karlı dağlara ecelle mi buluştun? / Dostlarına haber vermeden ölüm şerbetini mi içtin / Sensiz alperenler neylesin beğ’im / Dağlara gam düştü, yüreğimize ateş düştü / Vay dünya, yalansın dünya!

ECEL MELEĞİNE “VAR GİT ÖLÜM SONRA GEL” DEMEDİ

Ecel meleği gelince, ölüm gitmez zoruma, alperenlerle helâlleşip geleyim, dedi. Ecel meleği, Hakk’ın buyruğunun vaktidir deyince, itiraz etmedi, var git ölüm sonra gel, demedi. Ölümün güzelliği doğdu kalbine ve güzel yüzüne. Alperenlere “Ruh bir saniyeliktir. İki saniye sonrasında ne olacağımızı bilemediğimiz üç günlük dünyada hepinizi Allah’a emanet ediyorum” dediğini hatırladı.

Sonra ecele selâm durdu, Kelime-i Şahadet getirdi, beyaz kefeni giyindi, Hüma Kuşu gibi yükseklerden uçtu gitti asıl vatanına “Saf çocuğu masum Anadolu’nun.”

Muhsin Beğ’imiz imtihanını verdi. Bu dünyadan gider oldu, âhirete hazırlanır oldu, Hakk’ın Kapısına uçmağa niyetlenir oldu. Emr-i Hak üzere ecel sûru öttü. Ölüm yükünü tuttu, Kırmızı Gül’ü aldı gitti. Muhsin Beğ’imiz artık âhiretin oğlu oldu. Karlı dağların başında güzel ata binip gitti.

Ondan hamiyet, yâni din, vatan, millet gayreti kaldı. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.